İNANÇLI İŞLEM NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİLİ DAVASI

 

GENEL OLARAK

 

İnançlı işlemler hukuk sistemimizde düzenlenmiş değildir. Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nda inançlı işlemlere yönelik herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Ne var ki uygulamada inançlı işlemlere sıklıkla rastlanmaktadır. Yasal boşluk nedeniyle, inançlı işlemlere dair hususlar öğreti ve uygulamalar neticesinde gelişmiş ve yerleşmiştir.

 

İNANÇ SÖZLEŞMESİ NEDİR?

 

İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından inana (veya onun belirlediği üçünü kişiye) geri verme şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir.
 

İNANÇLI İŞLEMİN TARAFLARI

 

İnançlı işlemin taraflarını “inanan” ile “inanılan” oluşturur.Bir hakkı veya nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” denir.İnanan, belirli şartlar gerçekleşince kazandırmanın iadesini isteme hakkı kazanır. İade yükümlülüğünün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir.

İnanılan, inançlı işlemde hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunda hak veya nesneyi tekrara inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir.

İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesneye ise “inanç konusu şey” denir.

 

İNANÇLI İŞLEM NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİLİ DAVASI

 

İnançlı işlemin kaynağı karşı tarafa duyulan güvendir. İnançlı işlem ile inanan, mülkiyet hakkını belirli bir amaç ve süre ile inanılana devretmekte, amacın gerçekleşmesi ya da sürenin dolmasına göre sözleşme konusu mülkiyet hakkını tekrar inanana devretmek durumundadır.

 

YAZILI DELİL ŞARTI

 

Tapulu taşınmazlara ilişkin inançlı işlemin unsurların olan inanç/güven anlaşmasının tapu sicil müdürü önünde resmi şekilde yapılması gerekir. Zira TMK m.706/1 hükmüne göre, “Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır.

Bu nedenle tapulu taşınmazın mülkiyetini devir borcu doğuran devrin hukuki sebebi olan inanç sözleşmelerinin de resmi şekilde düzenlenmesi gerekir.

İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delille ispatlanabilir.Yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzasını taşıyan bir belge olmalıdır.Bu nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun mevcut olduğuna işaret edecek örneğin, karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla beraber inanılanının parafını taşıyan belge, parmak izli veya mühürlü senetler gibi yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa inanç sözleşmesi, “tanık” dahil her türlü delille ispatlanabilir.

 

Bu halde, ortada bir belge varsa anılan belgenin;
  1. Hukuki değeri,
  2. Aynı zamanda inançlı işlemin belgesi niteliğini taşıyıp taşımadığı,
  3. Yazılı delil başlangıcı sayılıp sayılmayacağın duraksamaya yer bırakmayacak şekilde belirlenmeli,

Ve bu sonuca göre karar verilmelidir.

Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) ve yemin (HMK m. 225 vd.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davalı, şayet inanç ilişkisinin tarafı ise hiç kuşkusuz davacı ona karşı yemin teklif etme hakkını da kullanabilir.

DAVA AÇMA SÜRESİ

 

İnançlı işlem mevzuatımızda düzenlenmediği için zamanaşımı konusunda da yasal bir boşluk vardır. Bu durum uygulamada farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Örneğin Yargıtay 1. Hukuk Dairesine göre, bu tür davalarda herhangi bir zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman dava açılabilmesi olanaklıdır. İstikrar kazanan yargısal uygulamalar ile doktrin de aynı görüşü benimsemiş bulunmaktadır.

Ancak Yargıtay 14. Hukuk Dairesi farklı görüştedir. Buna göre “İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanunu’nun 125. Maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi 10 yıl olarak kabul edilmektedir.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da 2011 yılında verdiği bir kararında [1], “İnançlı işlemler gibi bu işlemlerin hangi zamanaşımına tabi tutulacakları kanunumuzda düzenlenmemiştir. Gerek bilimsel gerekse uygulamada, inanç konusunun iadesine, inanç konusu üçüncü kişiye devredilmiş, inanılanın elinden çıkmışsa tazminat talebine ilişkin dava hakkının Borçlar Kanunu’nun 146. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu ortaklaşa kabul edilmektedir.” denmiştir. Süre, alacağın istenebildiği tarihte işlemeye başlar.


 

YARGITAY KARARLARINDAN ÖRNEKLER

 

Özet: 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Ne var ki delil başlangıcı sayılabilecek böyle bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvurabileceği delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu şüphesizdir.

Dava inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili davasıdır.Davacı, ekonomik sıkıntıları nedeniyle 14.02.2006 tarihinde eşiyle birlikte davalıdan bir miktar borç aldıklarını, borcun 15.05.2006 tarihinde 40.500,00 TL olarak ödenmesi halinde kendilerine iade edilmesi kaydıyla borcun teminatı olarak maliki oldukları 182 parsel sayılı taşınmazı davalıya devrettiğini, tapu senedinin arkasına bu hususu sözleşme olarak da yazdıklarını, muhtelif tarihlerde 40.500,00 T’yi davalıya ödediğini, ancak tapunun iade edilmediğini ileri sürerek dava konusu 182 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescili istemiştir.

Davalı ise zamanaşımı süresinin geçtiğini, davacının satış vaadi sözleşmesinden bahsettiğini, işbu sözleşme gereğince davacının ödemesi gereken bedeli ödemediğini, ödemeye ilişkin bir delil de sunulmadığını, davacının taşınmazda haksız işgalci durumunda olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş; 11.04.2019 tarihli duruşmada; davacı ve eşinin kendisinden borç alıp dava konusu taşınmazı devrettiklerini, altı ay içerisinde borcun ödenmesi halinde taşınmazı devir edecekken, borç ödenmediği için taşınmazı devretmediğini beyan etmiştir.

İlk derece mahkemesince, iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen kararın davacı tarafından istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince, taraflar arasındaki inançlı işlemin sabit olduğu, ancak davacının davalıya ödemesi gereken borç miktarının saptanarak mahkeme veznesine depo ettirilmesi konusunda davacıya olanak tanınması ve sonucuna göre karar verilmesi gereğine işaret edilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılıp, dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; gönderme kararı üzerine mahkemece yapılan yargılama sonucunda, denkleştirici adalet ilkesi gereğince saptanan 221.899,89 TL’nin muhtıraya rağmen davacı tarafından mahkeme veznesine depo edilmemesi nedeniyle davanın reddine dair verilen kararın davacı tarafından istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinde, istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların ve hak borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme şartlarını içeren borçlandıran bir muameledir.

Bu sözleşme, tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebin teşkil eder.Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

Somut olaya gelince; taraflar arasında inançlı işlemin varlığı sabittir. Taraflarca imzası inkâr edilmeyen sözleşmeye göre, davacının davalıya ödemesi gereken borç miktarı ve ödeme de bellidir. Geçerli bir sözleşme ile ödeme tarifi ve miktar belirlendiğine göre ve geçerli sözleşmelerde denkleştirici adalet ilkesinin uygulanmayacağı da gözetildiğinde, mahkemece denkleştirici adalet ilkesine göre yapılan hesaplama ile belirlenen miktarın depo edilmesi konusunda davacıya muhtıra gönderilmesi doğru değildir.

Öte yandan, davacı tarafından sunulan ödeme belgelerinde imza ve yazı konusunda davalının isticvap edilmesi, imza ve yazı inkarı olur ise usulünce imza ve yazı incelemesi yaptırılması, belgelerdeki yazı ve imzanın davalıya ait olması halinde tanıkların bu hususta yeniden dinlenerek davacı tarafından yapılan ödemelerin saptanması ve bu ödemelerin mahsup edilerek kalan borç miktarı yönünden faiz hesabı da yaptırılmak suretiyle ödenmesi gereken borç miktarının belirlenip, TBK’nin 97.maddesi gereğince mahkeme veznesine depo edilmesi konusunda davacıya süre verilerek sonucun göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.Davacının temyiz itirazlarının değinilen yönden kabulü ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1.maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının 6100 Sayılı HMK’nin 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Tekirdağ 3. Asliye Hukuk mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.11.2021 tarihinde kesin olmak üzere karar verildi. (Yargıtay 1. HD. 2021/2312 E. 2021/6406 K. 03.11.2021)

 

Özet: Davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini isteyebilmesi için 6098 sayılı TBK’nın 97. maddesi uyarınca öncelikle kendi edimlerini yerine getirmesi zorunludur.

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı, eşinin yakın arkadaşı olan davalı Altan ile yaptığı 17.10.2006 tarih ve “özel anlaşmadır” başlıklı anlaşma gereğince maliki olduğu 411 ada 9 parsel (eski 1460 parsel) sayılı taşınmazı davalıya devrettiğini, anlaşma uyarınca devir nedeniyle alınan 40.000,00 TL kredinin tarafından, 20.000,00 TL kredinin davalı Altan tarafından kullanıldığını, kredi ödemelerinin davalı Altan hesabına yatırıldığını, kredi ödemeleri bittikten sonra taşınmazın iadesi konusunda anlaştıklarını ancak davalı Altan’ın ekonomik durumunda ortaya çıkan olumsuzluklar nedeniyle taksit ödemelerinde gecikmeler olduğunu, davalı Altan adına kayıtlı olan dava konusu taşınmaz ve dava dışı diğer taşınmaz dahil pek çok taşınmazını dava dışı diğer taşınmazlarına hacizler konulmaya başlandığını, davalı Altan’ın aleyhine başlatılabilecek diğer icra takiplerinden kurtulmak için dava konusu taşınmaz dahil pek çok taşınmazını davalı Altan’ın ve şirketinin kefili olan davalı Hakkı’ya, Hakkı’nın da komşusu olan diğer davalı Beyhan’a devrettiğini, davalılar Hakkı ve Beyhan’ın taşınmazın kredi temini için devredildiğini bilen ve bilebilecek durumdan olan kişiler olup iyiniyetli olmadıklarını ileri sürerek çekilme konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı Altan, davaya cevap vermemiş, isticvap beyanında, davacı ile inanç sözleşmesi yaptıklarını, sözleşme içeriğini kabul ettiği, ancak davacının edimini yerine getirmediğini diğer davalılar, satışların gerçek olup, iyiniyetli alıcı olduklarını, davacı ile davalı Altan arasındaki ilişkiyi bilemeyeceklerini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın inançlı işlem suretiyle davalı Altan’a devredildiğini, Altan’dan devralan davalılar Hakkı ve Beyhan’ın da iyiniyetli olmadıkları gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Somut olayda, dava konusu taşınmazın inançlı işlem suretiyle devredildiği 17.10.2006 tarihli “özel anlaşmadır” başlıklı belge ile sabittir. İkinci el konumundaki davalı İsmail Hakkı’nın, davalı Altan ve şirketinin kefili olduğu, üçüncü el konumundaki diğer davalı Beyhan’ın dava konusu taşınmaza 12,82 metre uzaklıkta kuaför olduğu, davacıyı yıllar öncesinden tanıdığı, her iki davalının da durumu bilen ve bilmesi gereken kişiler konumunda oldukları, Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacaklarının saptanmasında bir isabetsizlik yoktur.

Ne var ki davacının inançlı işlem iddiasının sabit olduğu gözetilerek, 17.10.2006 tarihli inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini isteyebilmesi için 6098 sayılı TBK’nın 97. maddesi uyarınca öncelikle kendi edimlerini yerine getirmesi zorunludur. Ne var ki mahkemece davacının sözleşme kapsamına göre belirlenmiş edimlerini yerine getirip getirmediği noktasında hükmen yeterli bir araştırma yapılmamıştır.

Hal böyle olunca inançlı işlem iddiasının sabit olduğu gözetilerek, 17.10.2006 tarihli inanç sözleşmesinde belirtildiği üzere davacı Nalan’ın ödemekle yükümlü olduğu taksitlerin (2/3’ü) kim tarafından yatırıldığının açıklığa kavuşturulması, davacı Nalan’ın ödemediği kısım var ise, Türk Borçlar Kanunu’nun 97. maddesi uyarınca bu bedelin mahkeme veznesine depo edilmesi için süre verilmesi, yatırıldığı takdirde davanın kabul edilmesi, davacının ödemekle yükümlü olduğu taksitin bulunmadığı saptanır ise depo kararı verilmeksizin davanın kabul edilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir. (Yargıtay 1. HD. 2017/1323 E. 2020/1720 K. 10.03.2020 T.)

 

İnançlı işlem nedenine dayalı tapu iptali ve tescili davası hakkında detaylı bilgi ve hukuki destek almak için bizimle buradan iletişime geçebilirsiniz. 

#gayrimenkul #tapuiptal #avukat


[1] Yargıtay HGK 15.04.2011 T., 2011/13-4 E., 2011/1097 K.